Mavi deseler yer küsecekmiş, yeşil deseler gök susacakmış. Gökler ağlamasın diye bir kubbe; ne yeşile, ne maviye çalan rengini almış. Yerleri, göklere sevdalı görmüş Mevlana, yavrusu kaybolmuş bir ana telaşıyla kendini aramış. Küçük çakıl taşlarını kaldırınca elleri, amansız dağlarla göz göze gelmiş.
Dünya ne aziz canları ağırlamış içinde. Sadefi kırmadan inciyi görmüş, aşk tohumu gönül toprağına düşmüş… Ey insan kâşifi! Ey Mevlana! Kurduğun umut sofrasında gönül doyuranlardan sadece biriyim. İncitmenin ne büyük bir kabahat olduğunu nereden bilirdim, incinmeseydim. Hakkı bilir miydim, hakkım alınınca canım yanmasa?
Bak ey sultanlar şahı! Yine türbenin kapısı önündeyim. Niyaz penceresinde, gül bahçesinde hamuşanda, matbah-ı şerifte, dilek çeşmesinde, derviş hücrelerinde dolaşır aklım. Şemsle yandığın, Şems’e yaktığın ağıtlarla düştüm yollarına. Hani zavallı ihtiyar kadının ineğini aslan yiyordu ya. Fersiz gözleriyle, aslanı ineği sanıp sırtını sıvazlıyordu. O kadıncağız gibi aldandık dünyaya. Vahşi bir kaplanın pençesi arasında herkes. Yavrusu sanıyor, önce koruyor, kolluyor bizi. Bir nazlı ceylan olduğumuzu fark ettiği an parçalıyor kalbimizi.
Âşıklar ölmezmiş ya, doğrudur elbet. Hala turkuaz kubben kendine çekiyor ayakları. Hala muhabbet erleriyle ocak başında gibisin. Her şey senli zamanlardaki gibi duruyor yerli yerince. “Ne olursan ol” deyip dergâhına çağırmak dev bir yürek ister. Biliyorum o yürek sende var. Bir dua olsun bu satırlar. Seni çağların ötesinde okusunlar, anlasınlar.
İncelemeler
Henüz inceleme yapılmadı.