Günümüzün hızla kalabalıklaşan kentleri, halihazırda yüzleşmek zorunda oldukları sorunların dönüşümüne ve yeni sorunların da uyanışına sahne oluyor. Bu süreçte kentler giderek “güvensizliğin mekânlar”ı haline geliyor. Acaba bunun nedeni kentlerin daha kozmopolit bir hal alması mı? Geleneksel mahallenin yok oluşu mu? Toplumsal denetim mekanizmalarının aşınması ve buna bağlı olarak kentsel suçun yaygınlaşması, çeşitlenmesi ve yaşamı tehdit edecek boyutlara ulaşmış olması mı? Yoksa buzdağının görünmeyen kısmında saklı kalan başka nedenler mi? Bu sorular zihinleri kurcalarken, güvensizliğin sonuçları olanca hızıyla kentleri ve tabii ki sakinlerini etkileyerek, kent yaşamını biçimlendirmeye devam ediyor.
Bugün kentlerin güvenliğine dair sorunlar yalnızca suçun “görünür” maliyetleriyle sınırlı değil. Artan suç oranlarının neden olduğu olumsuzluklardan en çok “es geçileni”, buna karşın “en sinsi ve yıkıcı” olanı; kentsel mekânda duyulan “suç korkusu”… Korku, bugünün kentlerinde bulaşıcı bir hastalık gibi hızla yayılıyor ve kentin sakinlerini giderek daha fazla etkisi altına alıyor. Bir yandan tüketim mekânı haline ge(tiri)len kentlerde pompalanan tüketim çılgınlığı, diğer yandan sakinlerinin gelir dağılımındaki dengesizliklerin somut delilleri olarak beliren kentsel çöküntü alanları, varoşlar ve mülteci gettoları, suç korkusunu giderek kentlerin en önemli sorunlarından biri haline getiriyor. Suç korkusu, kentlinin yaşam kalitesini azaltıyor, gündelik hayatında onu sınırlandırıyor, hatta kimi zaman kentliyi evine hapsediyor. Elinizdeki bu çalışma, yalnız bugünün sorunu olmakla kalmayan, geleceğin kentlerinin sorunu olmayı sürdürecek olan suç korkusunu, Türkiye’de yaşayan kent sakinlerinin algıları bağlamında değerlendirerek, konuya ilişkin yazına bir kapı aralıyor.
İncelemeler
Henüz inceleme yapılmadı.